Son aylarda aklım sık sık çocukluğuma gidiyor. Geçmiş, hiç beklemediğim anlarda usulca çıkıp geliyor karşıma. Sokakta yürürken bir çocuğun çığlığı, bir dükkândan yükselen eski bir şarkı ya da sofrada önüme gelen bir yemek.
Hepsi birer köprü oluyor, beni yıllar öncesine götüren. Ve bulduğum yerde hep aynı manzara duruyor: Ankara Mamak’ın gecekonduvari sokaklarında geçen çocukluk günlerim.
Mahallemizin kendine özgü bir ritmi vardı. Her yanı bahçeli evler sarar, o evler de zamanın yorgunluğunu taşıyan kiremit çatılarla örtülürdü. Kış geldi mi, bacalardan tüten soba dumanları gökyüzünü gri bir örtüyle sarar, havaya kömürle karışık hayat kokusu sinerdi. Yokluk vardı; ama öyle gürültülü bir yokluk değildi bu. Sessiz, alışılmış, hatta bizim için doğal sayılan bir yokluktu. Ama o yokluğun içinde hayat vardı — kanlı canlı, gürül gürül.
Sokaklardan çocuk sesleri hiç eksik olmazdı. Sabahın ilk ışıklarıyla kapımızdan çıkardım. Üstümde kalın bir mont, ayağımda plastik bir ayakkabı ya da bazen yazdan kalma terlikler.
O anın mevsimi neyse ben de o kadarına hazırlıklıydım. Gün boyu arkadaşlarımla maç yapar, evcilik oynar, bahçelerde elma çalardık. Bir damın üstüne çıkıp oradan sarkmak, bizim için cesaret gösterisiydi. Mahallenin en dik yokuşundan kartonla kaymak, neredeyse olimpik bir başarı sayılırdı.
Haylazdım, evet. Sabah evden çıkıp akşam ezanı okunmadan dönmezdim. Üstüm başım toprak, bazen dizimde bir yara, bazen cebimde bir taş ya da garip bir plastik parça… Eve girerken annem şöyle bir bakar, yüzünü buruşturur ama içten içe o halime gülümserdi. Çünkü bilirdi ki o yaramazlığın içinde temiz bir kalp, kimseye zararı olmayan bir çocuk vardı.
İçimde bir masumiyet taşıdığımı şimdi çok daha net anlıyorum. O zamanlar hissetmiyordum belki ama şimdi dönüp bakınca görüyorum: O yaramazlık, bir şeyleri anlamaya, dünyayı keşfetmeye çalışan bir ruhun telaşıydı. O masumiyet, yüreğimde hâlâ taşıdığım bir parça gibi benimle yaşıyor.
Şimdi büyük şehirdeyim. Aynı sokaklardan geçmiyorum. Bacalardan yükselen dumanların yerini klimalar, karton kızakların yerini ekran başındaki oyunlar aldı. Ama içimde hâlâ o mahallede koşan çocuk var. Bir topun peşinde terleyen, akşam ezanında eve dönmeye direnen, ama son anda sokaktan koşa koşa eve giren çocuk…
Bazen neden bu kadar sık geçmişi düşündüğümü sorguluyorum. Belki bugünün karmaşasında bir sığınak arıyorum. Belki de çocukluğumun o sıcaklığına, masumluğuna, haylaz ama zararsız o hâlime hasretim. Kim bilir?
Ama şunu biliyorum: Ne zaman geçmişin kapısı aralansa, orada beni bekleyen bir çocuk var. Üstü başı toprak içinde, yüzünde gülümseme… El sallıyor bana. Ve ben, her seferinde içten içe “iyi ki” diyorum. İyi ki orada büyümüşüm.





Ne güzel anlatmışsınız bir devri… Ben de benzer bir ruh halinde buluyorum kendimi sıkça.
Neden acaba diye sorunca bazı gün verecek çok cevabım oluyor. Bazı gün ise hiç… Galiba şu aralarki yanıtım özgürlüğe dair: Çocuklukta daha çok boş zaman olmasına ve etrafta çok müdaheleci büyükler de yoksa o zamanın içten geldiğince geçirilebilmesine dair… Ki Türkiye’de büyüyen bir kız çocuğu olarak bana verilen alan hiç şüphesiz bir erkek çocuğunkiyle kıyaslanamayacak kadar dardı.
Her şeye rağmen o günleri, insanlığın maddi olarak bu kadar ilerlerken ruhani olarak böylesi gerilediği bir zamana yani bu zamana bin kez tercih ederim.
Yorumunuz beni gerçekten çok duygulandırdı. Sözlerinizde hem kendi çocukluğunuzun izlerini hem de bu coğrafyada büyümenin zorluklarını ve güzelliklerini hissettim.
Haklısınız; çocukluk sadece yaşla değil, sunulan alanla, izin verilen zamanla, kimliğimize biçilen rollerle de şekilleniyor.
Bir erkek çocuğu olarak daha geniş bir özgürlük alanında koşturmuş olabilirim; ama şimdi geriye dönüp baktığımda, o alanın herkese eşit sunulmadığını çok daha net görüyorum. Sizin o sınırlı alanda bile güzel anılar biriktirmiş olmanız, ne kadar güçlü bir iç dünyanız olduğunun da göstergesi.
Ve evet… Ruhani olarak çok şey kaybettik. Belki de bu yüzden geçmiş, elimizde olmayan bir pusula gibi sık sık yönümüzü hatırlatıyor. İyi ki yazdınız, iyi ki paylaştınız. Bu satırlar, sadece benim yazımı değil, bambaşka hikâyeleri de tamamlıyor.
Teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim yazınız ve yanıtınız için.
Özgürlüğün tadına varabildiğimiz, zamanın ruhumuzu beslediği günlere…