Geçen hafta çarşamba sabahı, bilgisayar başına oturdum. O gün yazmak istiyordum. Kafamda birkaç fikir dönüyordu, çayı demledim, masa başına geçtim, ama saat öğleni bulduğunda tek bir kelime yazamamıştım.
Gmail’i açtım, kapatttım. Sosyal medyaya baktım. “Yeni yazı geliyor!” diye arkadaşıma bir mesaj attım. Hatta o sırada kendimi üretken bile hissediyordum.
Ama değildim!
O gün, üretkenlik hakkında yazmak istiyordum ve ironik bir şekilde, o yazıyı yazamayarak üretkenlik üzerine en büyük farkındalığı yaşadım.
Meşgul Olmak = Üretkenlik Değil
Üretkenlikle ilgili ilk yanılgımız bu bence: Meşgul olmayı, üretken olmakla karıştırıyoruz.
Amerikalı yazar Tim Ferriss’in çok sevdiğim bir sözü var:
“Being busy is a form of laziness – lazy thinking and indiscriminate action.”
“Meşgul olmak bir tür tembelliktir – tembelce düşünmek ve seçici olmayan eylemler.”
Bunu ilk okuduğumda not almıştım ama tam anlamamıştım. Şimdi daha net görüyorum. Gün içinde bir sürü sekme açık, elim sürekli klavyede, bildirimler birbiri ardına geliyor ama gün bitince elimde anlamlı hiçbir şey kalmıyor.
Sahi, en son ne zaman kendimi üretken hissetmiştim?
Geçen ay, bir yazıyı sabah 08.30’da oturup tek seferde, öğlen 1’de bitirmiştim. O gün telefon sessizdeydi, e-posta kapalıydı. Sadece yazmıştım.
O gün ne kadar yorulduğumu hatırlamıyorum. Ama yazının sonundaki hafiflik hâlâ aklımda.
Üretkenlik bazen şudur: Dikkatin bölünmeden bir işe dalmak. Bitirmek. Ve arkasına yaslanıp sessizce gülümsemek.
Bir Harvard Business Review makalesinde şöyle diyordu:
“Çoklu görev, bilişsel verimi %40’a kadar düşürebilir.”
Ben bunu neredeyse her gün yaşıyorum. Bir yandan yazı yazmaya çalışırken, bir yandan gelen mesaja bakmak, YouTube’da bir şey açmak. Sonra 15 dakika boyunca neden başlayamıyorum hissiyle masaya bakmak.
Bir de şuna inanıyorum: Üretkenlik sadece “yaptığın” şeylerle ilgili değil. Bazen üretkenlik, yapmadığın şeylerde gizli.
- Sosyal medyayı açmamak
- Bildirimleri kapatmak
- Fazladan bir sekmeye kaymamak
- Gereksiz davetlere “hayır” diyebilmek
Bunlar artık benim için üretkenliğin ta kendisi.
Artık şunu deniyorum: Her gün sabah 09.00 – 11.00 arası “girişimsiz yazma” saati. Telefon uzak. Tarayıcıda yalnızca bir sekme. Arka planda klasik müzik. Ve önümde tek bir görev: yazmak.
İki saat. Her gün.
Bu küçük disiplin, üretkenlik dediğimiz şeyi yavaş yavaş yeniden inşa ediyor.
Bu yazı, üretkenlik üzerine kişisel bir yüzleşme aslında. Ne olduğumu, ne olmadığımı hatırlamak için yazdım. Çünkü üretkenlik, yalnızca içerik üretmek değil. Kendi zihninin iplerini yeniden eline almak.
Serinin devamında şu soruları soracağım:
- Zamanı gerçekten yönetebilir miyiz?
- Dijital dikkat dağınıklığıyla nasıl baş edilir?
- Dinlenmek üretkenliğin neresinde durur?
Okumaya devam edeceksen, bu yolculuğu birlikte sürdürelim.
Serinin ikinci yazısı: “Zamanı Yönetmek mi, Zaman Tarafından Yönetilmek mi?”



