Geçtiğimiz günlerde denk geldiğim bir blog yazısı beni epey düşündürdü. Konu, yazmak ve okumak arasındaki ilişkiydi. Yazının başlığı oldukça tanıdıktı: Yazmak için okumak gerekli mi, herkes yazabilir mi?

Yazmak için okumak gerekli mi?

tarafından gönderildi

Geçtiğimiz günlerde denk geldiğim bir blog yazısı beni epey düşündürdü. Konu, yazmak ve okumak arasındaki ilişkiydi. Yazının başlığı oldukça tanıdıktı: Yazmak için okumak gerekli mi, herkes yazabilir mi?

Çıplak Yazar‘ın yazısı, yıllardır kendi kendime sorduğum bir soruya dışarıdan verilmiş bir cevaptı.

O yazıyı okuduktan sonra uzun süre kafamın içinde dolaşan o eski düşünceler yeniden canlandı:

“Gerçekten yazmak herkesin harcı mı?” “Yazmak bir beceri mi, yoksa sadece cesaret işi mi?” “Okumadan da yazılır mı?”

Bu yazıda, Çıplak Yazar‘ın yazısına doğrudan bir cevap vermek değil amacım. Daha çok, oradan yola çıkarak kendi deneyimlerimi, gözlemlerimi ve yazma sürecine dair kişisel düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Belki bu satırlar, yazmaya niyet eden bir başkası için başlangıç olur.

Belki de sadece zihni meşgul eden bir soruya ortak bir ses ekler.

“Yazmak için çok kitap okumak mı lazım?” “Yetenek işi mi bu, yoksa çalışarak gelişir mi?” “Benim kafamda bir sürü şey var ama yazıya dökemiyorum.”

Bugün bu yazıyla, hem Çıplak Yazar’a hem de kendi kendime yıllar önce sorduğum bu sorulara biraz daha net bir cevap vermek istiyorum. Ama teorik değil; yaşadıklarımla, gözlemlerimle, hatalarımla.

Herkes Yazabilir mi?

Ben yazmaya blog yazarak başladım. İlham veren bir an, şiirsel bir anı ya da büyük bir acı yoktu arkasında. Açık söyleyeyim:

Bir yerden başlamam lazım, dedim sadece.

Geriye dönüp baktığımda, o ilk yazı teknik olarak kötüydü. Noktalama işaretleri eksik, anlatım kopuk, konu dağınıktı. Ama içtendi. Ve işe de yaradı:

Başlamıştım. Bu yüzden net söyleyebilirim: Evet, herkes yazabilir.

Ama yazabilmekle iyi yazmak arasında ciddi bir mesafe var. O mesafe de birden aşılmıyor. Ne kadar çok yazarsan, o kadar yürüyorsun. Ne kadar çok okursan, yürümek koşuya dönüşüyor.

Yazmak İçin Okumak Şart Mı?

Kısa cevap: Evet. Ama kastettiğim sadece kitap kurdu olmak değil. Yazdığın tür neyse, o türe yakın şeyleri okumak gerekiyor. Diyelim blog yazıyorsun:

Başarılı blog yazarlarını oku.

Hangi başlıkları seçmişler?

Girişleri nasıl?

Paragrafları uzun mu kısa mı?

Okuru nasıl bağlıyorlar?

Ben de zamanla bunu yaptım. Bir yazıyı sadece “okur” gibi değil, “çözen” biri gibi incelemeye başladım. Sadece ne yazmış diye değil, nasıl yazmış diye baktım.

Mesela bir dönem fark ettim ki, iyi yazıların çoğunda ilk paragraf merak uyandırıyor, ikinci paragraf konuyu netleştiriyor, üçüncüde yazının ritmi artıyor. Bunu bilmeden yakalamak çok zor. Ama bolca okursan bir yerden sonra fark ediyorsun zaten.

Yani yazmak istiyorsan, okuyacaksın. Ama dikkatli, seçerek ve analiz ederek.

Okumadan da Yazılır Mı?

Yazılır. Günlük tutarsın, tweet atarsın, dertleşir gibi yazarsın. Buna kimse karışmaz. Ama bir yazının başkalarına da ulaşmasını, anlaşılmasını, iz bırakmasını istiyorsan, orada iş değişiyor.

Mesela ben ilk yazılarımı yazarken “bir şey eksik” hissi yaşıyordum hep. Cümle var ama vurucu değil. Duygu var ama geçmiyor.

Sonra birkaç edebi deneme okudum, sonra birkaç haber köşe yazısı. O eksik parçalar yerine oturdu. Gün geldi, kendi yazılarımı okurken dedim ki: “Hah, artık cümleler yerini buluyor.”

Bu noktaya sadece yazarak değil, okuyarak geldim.

Yazmaya Yeni Başlayacaklara Tavsiyem

  1. Başlamak için hazır hissetmeyi bekleme: Yazmak istiyorsan yaz. İlk yazın kötü olacak, kabul et. Ama o ilk kötü yazı olmadan ikinci iyi yazı gelmiyor.
  2. Kendini başkalarıyla kıyaslama: 10 yıldır yazan biriyle kendini ölçersen hevesin kırılır. Herkes sıfırdan başlıyor.

  3. Ne okuyorsan dikkatli oku: Cümle yapısına, başlık seçimine, duygunun verilişine dikkat et. Bu farkındalık seni geliştirir.

  4. Yazdıklarını geri dönüp oku: İlk başta yüzünü buruşturacaksın ama zamanla gelişimini göreceksin.

  5. Yorumları ve geri bildirimleri ciddiye al, ama motivasyonunu onlar üzerine kurma. Beğeni gelmedi diye bırakma.

Yazmak, Uzun Bir Yoldur

Yazmak; “hadi bakalım” deyince tek seferde harika yapılan bir iş değil. Ama güzel olan şu: Ne kadar çok yazarsan, o kadar iyi yazarsın. Ne kadar çok okursan, o kadar hızlı ilerlersin.

Bugün bir blog yazarı olarak hâlâ öğrenmeye devam ediyorum. Hâlâ okudukça şaşırıyorum. Ve hâlâ her yeni yazıya başlarken o eski sorular dönüyor kafamda: “Acaba bu sefer nasıl olacak?

Ama artık şunu biliyorum: Yazmak istiyorsan yaz. Ama yazmakta ilerlemek istiyorsan, oku.

Çünkü yazmak yürümekse, okumak yürünecek yolu tanımaktır.

9 yorum

  1. Okumak denilince insanların aklına genellikle eline bir kitap alıp onu bitirmek geliyor. Oysa günümüzde sosyal medya okur yazarlığı denilen bir gerçek var. Linkedin gibi özellikle iş dünyası üzerine faydalı makaleler paylaşılan sitelerde aslında farkında olmadan her gün birçok yazı okuyoruz. Bu durum özellikle yazarlar için, farklı konularda fikir sahibi olup farklı bakış açıları kazanmasına da olanak sağlıyor. Bir nevi örtük öğrenme de diyebiliriz.

    Diğer yandan ”ben kitap okuyorum ama aklımda hiçbir şey kalmıyor” diyenleri de duyuyoruz. Bu konuda okuduğum harika bir paragraf vardı. Bir elma yediğinizi düşünün. Elma bittiğinde vücudumuz o elmadan gereken her türlü minerali, lifi almış olur. Ve bunu yaparken bizim herhangi bilinçli bir müdahalemiz olmadan yapar. Okuduklarımız da bu şekilde. Kelimeler, hikayeler, konular gözlerimizin önümüzden akıp gidiyormuş ve onları bir daha hiç hatırlamayacakmışız gibi gelir ama zihnimizde hepsi birer iz bırakır. Ve bu izler zamanla düşüncelerimizi şekillendirip bizi dönüştür.

    Bu dönüşüme bir örnek vermek gerekirse, satın alıp hala okuyamadığım bir kitap olan Richard Adams – Watership Down ile tanışmamı da bu yazıya konu edebilirim sanırım. Nedendir bilmem ilk kitabını 40 yaşından sonra yazan yazarlar ile ilgili bir araştırma yapmıştım ve karşıma çıkan watership down adlı eseri, yazarın 52 yaşında ilk kitabı olarak yazdığını görünce de çok şaşırmıştım. Kitap aynı zamanda dünya genelinde 50 milyondan fazla satış yaparak klasikler eserler arasında yerini almış.

    Kısaca diyeceğim yazmak sürekli ve devam eden bir süreç olduğu müddetçe yazarın bir şeyler okuma, gözlemleme ve öğrenme açlığı da olacaktır. Ve kim bilir belki de 52 yaşında tüm bu birikimler bir bütün haline gelip bir ışık gibi parlayacaktır.

    1. “Hayat esasında kırk yaşında başlar. O zamana dek yalnızca araştırma yaparsınız.” — Carl Gustav Jung

      40 yaşıma sayılı günler kaldı. Belki blog yazarlığından roman yazarlığına geçerim.

      1. Şu sıralar sık sık Carl Gustav Jung içerikleri tüketiyorum YouTube’da. O harika sözü de duymuştum. Henüz 40’ımda değilim ama Carl Gustav söylediyse bir bildiği vardır elbet. 😊

        1. Eğer Jung ilgini çekiyorsa, “Gölgeler” kavramını da mutlaka araştırmanı öneririm. Çünkü insanın kendi karanlık yönüyle yüzleşmesi, Jung’a göre gerçek olgunlaşmanın kapısını açan şey.

  2. Yazmak için okumanın gerekliliğini, bir kitap okurken içimden karşı konulamaz derecede yazma isteği geldiği anlarda farkediyorum. “Yaz” diyor bir ses. Ama okumaktan uzak kalınca ise, elimdeki kalem bana yabancılaşıyor.

    1. Yazmak için okumanın gerekliliğini, bir kitap okurken içimden karşı konulamaz derecede yazma isteği geldiği anlarda fark ediyorum. “Yaz” diyor bir ses. Paragrafların arasından fısıldıyor, cümlelerin ritmine karışıyor. Elim, kitap sayfalarını çevirmekle kalmıyor, bir yandan da zihnimde cümleler kuruyor.

      Ama ne zaman okumaktan uzaklaşsam, elimdeki kalem bana yabancılaşıyor. Cümleler sertleşiyor. Düşünceler dağınıklaşıyor. Yazmak bir eylem olmaktan çıkıp, ertelenen bir görev gibi hissettiriyor.

      Okumak, zihnimdeki dili ıslatıyor sanki. Kuruyan toprağa düşen ilk yağmur gibi, kelimeler tekrar filizlenmeye başlıyor. Başkalarının cümleleri, benim cümlelerimin kapısını çalıyor. İlham, sadece ilham değil; bir çağrışımlar zinciri, bir düşünme biçimi. O yüzden okumadan yazmak, çoğu zaman yazmak değil, sadece yazmaya çalışmak oluyor.

      Yazmak ve okumak. Sanki biri nefes almaksa, diğeri nefes vermek gibi. İkisi birlikte var oluyor.

  3. Merhaba,
    Konu ne üzerine olursa olsun yazmak için bol bol okumak gerekiyor. Mesela bu yazıya gelene kadar üç farklı yazınızı daha okudum okuduklarımdan birkaç yazı fikri dahi çıkardım. Zaten yazmak, üretmek ilk önce tüketmek ile başlar. Doğru şeyleri düzenli olarak tüketince ister istemez bünye üretmek istiyor 🙂 Yazmaya neden ve nasıl başlanır sorusunun cevabı bir iki cümle ile açıklanamayacak kadar uzun olsa da, kısaca kendin için yazmalısın diyebilirim. Çevremdeki arkadaşlarım neden yazdığımı sorduklarında bu kaçamak cevabı veriyorum hep. On yılı aşkın süredir yazıyorum ve yazdıklarımdan çok mutluyum. Yazmaya ve okumaya devam 🙂

    1. Selam Mustafa,

      “Yazmak, üretmek önce tüketmekle başlar” cümlen özellikle çok hoşuma gitti. Gerçekten de bazen bir cümle, bir paragraf ya da bir başka yazarın düşünce kıvrımı, bizde yepyeni bir fikrin kapısını aralıyor. Yazmak çoğu zaman yalnız bir uğraş gibi görünse de, aslında başkalarının kelimeleriyle konuşmaya başlamış bir iç diyaloğun devamı oluyor.

      “Yazmaya neden ve nasıl başlanır?” sorusuna verdiğin “kendin için yazmalısın” cevabına da sonuna kadar katılıyorum. Okur olsun olmasın, okunup okunmamak kaygısından bağımsız olarak yazmak… bence en sağlam ve sürdürülebilir yol bu.

      On yılı aşkın süredir yazıyor olman da ayrı bir ilham. Umarım senin gibi yazmaya gönül veren herkes, kendi ritmini, kendi sesini bulur. Okumaya ve yazmaya devam — birlikte çoğalıyoruz.

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.