Eğer anlatacak bir şeyin varsa, blog senin için hâlâ en sağlam, en özgür, en kalıcı mecra. Ve hâlâ geç kalmış sayılmazsın. Belki de bu yazı, senin “ilk yazın” için bir kıvılcım olur.

Blog yazarlığına neden başlamalısın?

tarafından gönderildi

Türkiye’de bir şey üretmek zor iştir. Hele ki bu üretim, elle tutulur somut bir ürün değil de bir fikir, bir yazıysa, insanlar genellikle ya burun kıvırır ya da “Bundan para mı kazanacaksın şimdi?” diye sorar.

Blog yazarlığına başlama fikri de tam olarak böyle bir ortamda şekillendi benim için. Ne alkış bekliyordum, ne de büyük kazançlar. Sadece yazacak yer arıyordum. İşte blog fikri tam o anda devreye girdi.

İnternette var olmak, Türkiye’de çoğu zaman tüketici kimliğiyle özdeşleştirilmiş durumda. Video izleyen, içerik tüketen, alışveriş yapan. Ama üreten, yazan, paylaşan insan sayısı hâlâ az. Bu yüzden blog açmak, görünürde basit bir eylem gibi dursa da aslında sessiz bir direniş gibidir. Bir nevi “Ben de buradayım” deme şekli.

Blog Yazarlığının Arka Planı: Sadece Yazmak mı?

İnsanlar blog denince hâlâ 2010’lu yılların başındaki gibi kişisel günlükleri hatırlıyor. Bir gün ne yediğini, nerelere gittiğini anlatan yazılar. Oysa bugün bloglar çok daha fazlası. Bilgi aktaran, deneyim paylaşan, araştırma yapan, okura yol gösteren bir mecra hâline geldi.

Kimi insanlar teknoloji üzerine yazıyor, kimi ebeveynlik, kimi kültür-sanat, kimi kişisel gelişim. Bir sınır yok. Yazmak isteyen herkes için yer var bu dijital dünyada.

Benim çıkış noktam oldukça kişiseldi. Hayat koşturması içinde kafamdaki dağınıklığı toparlamak istedim. Günlük tutmak istesem de sürdüremiyordum. Deftere yazmak güzel ama dağınık. Sosyal medyada yazmak ise geçici.

Blog ise hem kalıcı hem de sahipli. O sayfa senin, yazdıkların senin, silinme ya da kaybolma derdi yok. Üstelik arşiv gibi. Dönüp yıllar önceki bir yazını okuyabiliyor, gelişimini görebiliyorsun. Kendine ayna tutmanın dijital bir yolu.

Türkiye’de yazı yazmak kolay değil. Çünkü öncelik sıralamasında genellikle sonlarda yer alır. İnsanlar günü kurtarmaya çalışıyor. Ekonomik sıkıntılar, siyasi baskılar, iş stresi, ev geçimi derken yazı yazmak romantik bir uğraş gibi görülüyor. “Ne gerek var?” diyen çok olur. Ama işte tam da bu yüzden blog yazmak bir fark yaratır.

Sen, tüm bu hengâmenin içinde düşünmeye, yazmaya ve üretmeye zaman ayırıyorsan, zaten sıradanlıktan sıyrılmışsın demektir.

Zaten fark etmişsindir; insanlar sosyal medyada her şeyi konuşuyor ama hiçbir şeyi derinlemesine ele almıyor. Blog bu noktada nefes aldırıyor. Daha uzun düşünme, daha net ifade etme ve biraz daha dikkatli anlatma imkânı sunuyor. Bu da hem okur için hem yazar için ciddi bir konfor.

“Kim Okuyacak Ki?” Sendromu

Blog yazmaya niyetlenen hemen herkesin kafasında dolaşan bir soru vardır: “Kim okuyacak ki?

Bu soru ilk başta moral bozucu gibi görünse de aslında çok insani bir tereddüttür. Cevabı ise basit: Belki kimse, belki biri. Ama en önemlisi, önce kendin için yazıyor olman.

Bir yazı, bazen hiç beklemediğin bir anda, hiç tanımadığın birinin hayatına dokunabilir. Google’dan gelen bir aramayla, bir bağlantıyla, bir tavsiyeyle yazına ulaşan bir kişi.

Belki senin deneyimin, onun karşılaştığı bir sorunu çözmesine yardımcı olur. Bu ihtimal bile yazmaya değer.

Benim ilk yazılarım neredeyse hiç okunmadı. Bazen günde sadece bir kişi giriyordu siteye. Ama zamanla o bir kişi, üç oldu. Üç, beş oldu. Bir yıl sonra, aynı yazılar hâlâ okunmaya devam etti.

Çünkü blog, sosyal medya gibi değil. Yayınladığın bir içerik, algoritmaya göre bir iki gün yaşayıp silinmiyor. Yıllarca kalıyor, bulunuyor, okunuyor.

Blog yazmak, sadece kelimelerle uğraşmak değil. Aynı zamanda kendine dijital bir alan açmak demek. Türkiye’de herkesin her an her şey hakkında konuştuğu, yorum yaptığı bir ortamda, sen sadece kendi alanında üretim yapıyorsun.

Düşünsene, bir konuda ne düşündüğünü uzun uzun anlatabiliyorsun, seni gerçekten anlamak isteyen biri gelip baştan sona yazını okuyabiliyor. Bu bile başlı başına büyük bir özgürlük.

Blog, aynı zamanda kendinle kurduğun bir iletişim biçimi. Zamanla şunu fark ediyorsun: Ne hakkında yazıyorsan, aslında onu öğreniyorsun da. Yazdıkça kendini tanıyor, düşüncelerini daha net görmeye başlıyorsun.

İlk başta parayla pek ilgim yoktu. Ama blog yazarlığı ilerledikçe bunun bir gelir modeli olabileceğini de öğrendim. Reklamlar, sponsor içerikler, dijital ürünler.

Türkiye’de bu işler zor ilerliyor ama imkânsız değil. Üstelik blog üzerinden bir uzmanlık alanı oluşturup freelance işler bulmak da mümkün.

Ancak bu beklentiyi en başa koymak, motivasyonu öldürebiliyor. En başta yapılması gereken şey sadece yazmak. Düzenli yazmak. Okunsa da yazmak, okunmasa da yazmak. Sonrası zamanla geliyor zaten. Okur da, etkileşim de, hatta belki kazanç da.

Blog yazarlığı, Türkiye şartlarında sabır ve sadakat isteyen bir yolculuk. İlk adımı atmak kolay değil, sürdürebilmek daha da zor. Ama bir noktadan sonra yazmak hayatının bir parçası hâline geliyor. Kendi sesini bulduğunda, yazılarının yankısı sana geri dönmeye başlıyor.

Eğer anlatacak bir şeyin varsa, blog senin için hâlâ en sağlam, en özgür, en kalıcı mecra. Ve hâlâ geç kalmış sayılmazsın. Belki de bu yazı, senin “ilk yazın” için bir kıvılcım olur.

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.